Prof.dr. AYGÜN ATTAR: "Öncəsi və sonrasıyla 1918-ci il 31 mart BAKI SOYQIRIMI"

Related image

Azərbaycanlı professor, Giresun universitetinin sabiq rektoru Aygün Attar 31 mart soyqırımının ildönümü ilə bağlı məqalə qələmə alıb.

AzerTaym.az həmin məqaləni orijinalda təqdim edir:

Öncesi ve Sonrasıyla 31 Mart 1918 Bakü Soykırımı

Ermenistan ve hamilerinin yaklaşık 200 yıl boyunca Türklere karşı giriştikleri acımasız siyaset ve neticesinde Azerbaycan'da '31 Mart Azerbaycanlıların Soykırımı Günü' ilan edilmesine neden olan bu kara günün kökenleri 19. yüzyıla kadar uzanır. 31 Mart 1918 yılında Ermeniler başta Bakü olmak üzere Şamahı, Guba, Kürdemir, Salyan ve Lenkeran şehirlerinde büyük soykırımlar yapmıştır. Sadece bir gün içerisinde Bakü'de 12 bin Türk öldürülmüştür. Bazı dış kaynaklara göre bu sayı 25 bin civarındadır.31 Mart 1918’i doğuran olaylar için ise biraz daha öncesine bakmak gerekir.

12 Ekim 1813 Gülistan Antlaşmasıyla Karabağ Hanlığı, 10 Şubat 1928 Türkmençay Antlaşmasıyla Nahçıvan, İrevan Hanlıkları Ruslar tarafından zapt edildi. Bu Hanlıklarda, Rus istilasından sonra Osmanlı ve İran topraklarından buralara göç ettirilen Ermeniler yaşamaktaydı. 1829 Osmanlı-Rus savaşı neticesinde imzalanan Edirne Antlaşmasıyla Karadeniz'in doğusunu alan Rusya, güneybatı istikametinde ilerleyerek Transkafkasya'da sağlam bir hakimiyet kurmuştu. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşından sonra imparatorluktan koparılan topraklar, yeni zuhur etmiş olan Sovyet Rusya'sının eline 'Türkiye Ermenistan'ı' kozunu geçirmiş ve Sovyet Rusya'sının Kafkas siyasetine önem vermesine, farklı stratejiler geliştirmesine imkan tanımıştı.

Birinci Dünya Savaşı sonunda Kafkasya’daki konumunu yitirmeye başlayan Rus idaresi, amaçlı biçimde Kafkasya’daki Hristiyan nüfusu silahlandırmaya başlamıştı. Azerbaycan’da cereyan eden ‘Mart Katliamı’ sırasında Rus Millî Şurası’nın Güney Kafkasya Hristiyan toplumlarına müracaatı kabul edildi. Müracaatta, başta Ruslar olmakla diğer Hristiyan toplumlardan 11-18 Mart tarihleri arasında 25 yaş üzeri gençler silah altına alındı. Çok daha kötüsü, Çarlık Rusya’sının çöküşü ve Rus Burjuva Hükümetinin Bolşevik İhtilaliyle ortadan kalkması sonucunda Rusların Kafkasya Cephesi tümden dağıldı. Binlerce Rus askerinin evlerine dönüşü devlet düzeyinde sağlanmadığından amaçlı amaçsız terhis edilen askerler, ellerindeki silahları ve cephaneyi Kafkasya ve Anadolu’daki Rus Malakan ve Ermenilere verdi ya da sattı. Böylece 18 Mart 1918 tarihinde Kafkas cephesine ait bütün askerî araç ve gerecin büyük kısmı Malakan ve Ermeni askerî birliklerinin eline geçmiş oldu. Bu durum bölgede geri dönüşü olmayan felaketlere yol açtı. Kafkasya ve Anadolu’nun doğusunda yüz binlerce Müslüman Türkün Ermeni ve Malakanlar tarafından soykırıma maruz kalması Rus yönetiminin bu bilinçli / bilinçsiz politikasının sonucuydu. Daha 1918 yılı başlarında Azerbaycan’da ciddi sayıda Ermeni milis kuvveti bulunuyordu. Çarlık Rusya’sının çöküşünün ardından Kafkas cephesinde Osmanlı Devleti lehine değişen askerî denge, Rus ve onlara bağlı Ermeni askerî güçlerinin Kafkasya içlerine doğru çekilmelerine neden olmuştu. Özellikle başkent Bakü, Erivan ve diğer bölgelere çok sayıda Ermeni milis güçleri yerleşmişti. Bu birlikler, Bakü’de oluşan ‘26 Bakü Komünü’ adı altında Ermeni yanlısı politikalarını sürdüreceklerdi. Durumu göz önüne alan dönemin Azerbaycan sosyalist liderlerinden Neriman Nerimanov durumu şöyle anlatmaktadır: “ ‘Büyük Ermenistan’ hayalini gerçeğe dönüştürmek için Taşnaklar her türlü cilde girmeye ve her maskeyi takmaya hazırlar. N. Golitsin döneminde onlar, kendilerini bir ihtilal partisi olarak tanımlıyorlardı. Ardından V. Vorontsov-Daşkov’un ayaklarını öperek anti-ihtilalci kesildiler. Eğer şimdi, Kafkaslarda Sovyet yönetimi oluşturulsa, Taşnaklar anında maskelerini değiştirerek komünist maskesi takacaklardır”. Kendisini bir sosyalist yönetim biçimi olarak tanıtan Bakü Komünü, Türklerin kendisine itibar etmemesi yüzünden, Taşnaklarla aynı saflarda yer almayı denedi. Komünün Başkanı Stepan Şaumyan, bütün Ermeni silahlı birliklerini kendi çevresinde topladı. Daha önceki Ermeni olaylarının tanığı olan, başta Bakü olmak üzere Azerbaycan’ın çeşitli bölgelerinde 1905-1906 soykırımını düzenleyen Ermenilerin sosyalist kimliğiyle öne çıktığını gören Azerbaycan Türkleri, kendi savunma birliklerinin kurulmasını gerekli görüyorlardı.

Hatta dehşete kapılan Türkler, Şubat 1918’den itibaren Bakü’yü terk etmeye başlamışlardı. Bu sıralarda bir beyanatla sesini duyuran Taşnaksütyun Partisi mevcut durumda Bakü’de yönetimi ele almaktan yana tavır gösterdi.

Bu dönemde Azerbaycan genelinde yükselen millî mücadele dalgası, Türklerin bağımsızlık talebi ve bu isteğe Müsavat Partisinin öncülük etmesi Sosyalistler ile Taşnakları aynı çatı altında birleştirdi. Seçimlerde Müsavat’ın yüksek oy alması, Sosyalistler ve Taşnakları başta Bakü Gubernatörlüğü olmak üzere Azerbaycan’ın genelinde Müsava’tın sosyal kaynağı olarak gördükleri Müslümanlara karşı harekete geçirdi. Bakü’de, Şemahı’da, Gence’de, Karabağ’da, Erivan’da ve Zengezur’da bütün şiddetiyle devam eden Mart olayları, 1918- 1920 yılları arasında vuku bulan Azerbaycan-Ermenistan savaşıyla sonuçlandı. İlk hareket yeri Bakü seçilmişti. Amaç, Bakü’yü “Müslümansız bir şehir” hâline getirmekti. Bu niyetle çeşitli cephelerde bulunan 5.000 Ermeni askerî birliği şehre sevk edildi. Kısa sürede Bakü’de yüzde 70’ini Ermenilerin oluşturduğu ‘Kırmızı Gvardiya’ adıyla 10-12 bin mevcutlu askerî güç oluşturuldu. Aynı tarihlerde Şemahı, Muğan, Erivan ve Sürmeli illerinde Rus Malakanlardan oluşan silahlı birlikler de örgütlenmişlerdi. Önceden tertip edilen planlı bir hazırlık sonucunda Azerbaycan Türklerine karşı etnik bir savaş başlatıldı. İlk hedef olarak Müsavat Parti binası seçilmişti.

Açıktan açığa bir meydan okuma olan bu girişim, Bakü’deki Müslümanları korkutmaktaydı. Bakü Komünü lideri S. Şaumyan, yaklaşmakta olan Ermeni - Türk çatışmasını müjdelemekteydi: “Bakü Sovyeti, Güney Kafkasya’daki iç savaşın merkezi ve kalesi olacaktır”. Nerimanov’un onca çabasına karşın Bakü Sovyet idaresi, olayların önüne geçmek için pek çaba harcamadı.

Sonuçta etnik savaş kaçınılmaz oldu. Bu etnik savaşın mahiyetini Nerimanov: “Bolşevik olan bir Müslüman’a dahi acımadılar. Taşnaklar Bolşevikliğinizi tanımayız, öncelikle Müslümansınız bu yeter diyorlardı. Onlara dostça davrananları öldürdüler, evleri soyup soğana çevirdiler... ‘Bolşeviklik’ adı altında, Müslümanlara karşı her türlü cinayeti işlediler, değil erkekler, hamile kadınlar dahi bunlardan canlı kurtulamadılar” ifadeleriyle dile getirmektedir.

Öncesi ve Sonrasıyla 31 Mart 1918 Soykırımı

Uzun süreden beri devam eden Türkler ile Ermeni ve hamileri Rusya arasındaki gerginliği, 24 Mart günü gerçekleşen ‘Evelina’ olayı fitilledi. Azerbaycan millî burjuvazisinin önde gelen şahsiyetlerinden Hacı Zeynalabidin Tagiyev’in oğlu Muhammed Tagiyev’in silahından çıkan kurşun, etnik çatışmayı başlattı. Swıetochowski, olayı şöyle anlatmaktadır: “Sovyetlerin şehir içindeki saldırgan tutumu, Müslümanlar arasında gerginliği artırmıştı. Nihayet patlama, Sovyetlerin Bakü limanındaki ‘Evelino’ gemisine binmekte olan ‘Vahşi Bölüğü’ askerilerinin silahlarının alınması emretmesiyle 24 Mar’tta gerçekleşti”.

Müslümanlar olaylara, gece şehir dışında ve kenar mahallelerinde siperler kazarak ve camilerde hutbeler okutturarak karşılık verdiler. 30 Mart günü, apar topar S. Şaumyan, A. Çaparitze, G. Gorganov, İ. Suhartsev, S. Saakyan, M. Yolçuyan, N. Nerimanov’un katılımıyla Bakü fabrika ve maden işçilerinden oluşan ‘Devrim Savunma Örgütünü’ kurdular. Örgüt, Müslümanları camilere toplayarak ellerindeki silahların verilmesini talep etti. Ancak, Müslümanlar, kendi silahlarını Taşnaklara teslim etmek istemediklerini söylediler. Bunun üzerine N. Nerimanov’un evinde Bakü Komünü adına S.Şaumyan ile Müslümanlar adına M. E. Resulzade arasında bir görüşme yapıldı. Sonunda, silahların ‘Himmet Müslüman grubuna’ verilmesi kararlaştırıldı. Ancak, anlaşmayı Bolşevik- Taşnak yöneticileri bozdular. Onlar, Nerimanov’un kalabalığı kendi safına çekmesinden rahatsızdılar. Bunun gibi bir dizi olaylar zinciri birbirini kovaladı. Zaten bir süreden beri şehir, silahlı birliklerin kontrolü altındaydı. Ara sokakların birinde iki grup arasında meydana gelecek bir yüzleşme olayların kontrolden çıkması için yeter ve artardı bile. Sert söylemlerin ise bir türlü ardı arkası kesilmiyordu. Ermeniler, şehirde ‘Ermeni Millî Şurası’ oluşturmuşlardı. Aynı günlerde Menşeviklerden Ayollo, şuranın Sovyeti destekleyeceğini duyurdu. Hemen ardından S. Saakyan’ın açıklaması geldi. Saakyan, açık ve net biçimde: “Panİslamîzm ile savaşacaklarını” deklare ediyordu.

Bolşeviklere derin kin besleyen Kadetler dahi, Bolşevikleri destekleyeceklerini beyan etmişlerdi. Kısaca Bakü ve çevresinde MüslümanTürk karşıtları saflarını belirlemişti.

30 Mart günü, Bakü Sovyetinin toplantısında savaş kararı çıktı. Ertesi gün A. Mikoyan ve N. Anençenkoya liderliğindeki Kazino karargâhının askerlerinin Müslüman gruplara saldırısı gerçekleşti. Böylece savaş başlamış oldu. Bolşevik-Taşnak ittifakına Kadet, Eser ve diğer grupların da katılmasıyla Müslümanlara karşı yapılan top yekûn saldırı planı, Bakü’nün harabeye dönmesine, binlerce Müslümanın ölümüne yol açmıştı. Çatışmalar devam ederken Muğan’da yerleşen eski Rus-Malakan birlikleri de şehirdeki savaşın içine çekilmişlerdi. Ağır kayıplar veren Müslüman-Türk tarafı ateşkes istedi ve 31 Mart günü görüşmeler başladı.

Bakü’de ortaya çıkan manzara çok korkunçtu. Kadınlar çıplak durumda duvarlara çivilenmişlerdi. Sadece bir yerde 57 kadının parçalanmış cesedi bulundu. Bir başka yerde ise, onlarca gözleri çıkarılan, kulak ve burunları kesilip bir yere toplanan ceset görüntüleri ortaya çıktı. Olağanüstü Soruşturma Komisyonunun raporlarına göre: 18-21 Mart (30 Mart – 1 Nisan) arası sadece Bakü’de 12.000 Türk-Müslüman katledilmişti. Cinsel organları kesilmiş insanlar, göğüsleri kesilip karınları deşilmiş kadınlar, kurşuna dizilmiş çocuklar, yakılmış cesetler, haftalarca bekledikleri evlerde defnedilmeyi bekliyorlardı. İçerişeher’de, inanılması güç manzaralar ortaya çıkmıştı.

31 Mart 1918 tarihinde Bakü’de yaşanan insanlık dışı bu katliamları Tahkikat Komisyonu üyesi A. Kluge, şu cümleleriye dile getirmektedir: "...Ermeniler, Müslüman nüfuzun yoğun olduğu mahallelere tecavüz ederek insanları katletmiş, kılıçla parçalamış, mızrakla delik-deşik etmiş, evlerin yanında çocukları da canlı canlı yakmış, 3-4 günlük bebekler süngülere takmıştır. Sadece bir mahallede 57 kişi katledilmiştir. Sokaklara terk edilmiş bu cesetlerin kulakları, burunları koparılmış, karınları yırtılmış, kasları kesilmiştir. Ermeniler katlettikleri kadınları soyarak saçlarından birbirine bağlamışlar. Onlar çoluk-çocuk, yaşlı, kadın önlerine geçen tüm Müslümanları acımasızca katletmiştir. Mesela, saygıdeğer Hacı Emir Alizade'nin 80 yaşındaki anasını, yaşları 60-70 arasında değişen diğer kadınları katletmiş, 25 yaşındaki taze gelini ise diri diri duvara gömmüşler, katlettikleri adamın aleti-tenasülünü keserek onunla birlikte katlettikleri kadının ağzına sokmuşlardır" Soruşturma Komisyonuna verdiği raporda Guba’da yaşanan vahşete şahitlik eden Şahbalı, katliamı şu cümleleriyle dile getirmeye çalışıyordu: “Guba’da sokakların al kana boyanmasına neden olacak kadar kan dökülmüştür. Kurşuna dizilmek üzere şehir merkezine toplanan 2.000 kişinin içinden Ernenilerin başında bulunan komutanın emriyle, genç güzel kadınları seçiliyor, karşı çıkanlar kurşunlanmakla kalmıyor, bıçakla karınları deşilip gözleri çıkarılıyordu”. Yine Bakü’de yaşanan soykırıma tanıklık eden Yahudi genci Aleksandr Naumoviç Kvasnik, yaşanan soykırımı, soruşturma komisyonuna verdiği raporda şu şekilde anlatıyordu: “Mart katliamına kadar iki halk arasındaki ilişkiler gayet iyiydi. Müslüman halk topraktan elde ettiği ürünü veya ilçelerden uygun fiyata aldığı tarım ürünlerini şehre getiriyor ve orada satıyorlardı. Onlar ticaretle uğraşmıyorlardı. Ticaret daha çok Ermenilerin elinde bulunuyordu. Bunun haricinde Ermenilerin hem Bakü Sovyet’inde görev almaya başlamaları, petrol sanayinde çok sayıda Ermeni’nin istihdam edilmesi Müslüman halkın itirazına sebep oldu. Bunun üzerine gece geç saatte şehirde ateş sesleri duyuldu. İlerleyen saatlerde silah sesleri hiç susmadı. Ermeniler kendilerine yetecek kadar silaha zaten sahiplerdi. İlave silah için 2.000 manat meblağında para ayarlamışlardı. Onlara neden silah alıyorsunuz diye sorulduğu zaman, verdikleri cevap çok enteresandı: ‘Şimdi Azeriler geldiğinde silaha neden ihtiyacımız olduğunu’ anlayacaksınız” diyorlardı.

Temmuz ayında Osmanlı ordularının Azerbaycan’ı Bolşevik-Taşnak işgalçilerinden kurtarma çabaları, Ağustosta gerçekleşti ve ‘Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’ ilan edildi. Ancak Taşnakların soykırım girişimleri daha uzun süre devam edecekti. Savaş, başkentten sınır bölgelerine kaydırıldı. Zaten, daha Mart olayları başlamadan Müslümanlar ile Ermeniler arasında Erivan, Ardahan, Gence ve Karabağ’da etnik çatışmalar başlamıştı bile.

Azerbaycan arşivlerinde mahfuz belgelere göre 1918 yılında Azerbaycan genelinde Ermenilerin yaptıkları saldırı olayları sonucunda ortaya çıkan hasarın bilançosu şöyleydi: “Bakü Valiliği’nde 229 mahalle yakıldı ve sakinleri öldürüldü. Şamahı’da 58, Kuba’da ise 112 mahalle saldırıya uğradı. Gence Valiliği’nde 272 mahalle saldırıya maruz kaldı. Zengezur’da 115, Karabağ’da ise 157 köy ve kasaba yok edildi. Erivan Valiliğinde 211 Müslüman köyü ve mahallesi harabeye dönüştürüldü. Bu 211 köyün 32’si Erivan’da, 7’si Yeni Bayazat’ta, 75 Sürmeli’de, 84’ü ise Eçmiezin’de idi. Sadece Kars bölgesinde 82 köye saldırı düzenlendi, binlerce insan öldürüldü, yüz binlercesi kaçmaya mecbur edildi. Bütün bu Ermeni saldırıları; Hazar kıyılarından Anadolu’nun içlerine kadar bütün bölgeyi kasıp kavurdu.”

Bu sırada Andaranik ve Mauzerçilerin hedefindeki bölgeler Doğu Anadolu’daki Türk köy ve yerleşimleriydi. Yenibayazıt kazasının Gökçe nahiyesine bağlı Çamırlı, Şorca, Kayabaşı, Sarıyakup, Taşkent, Tazekoşabulak, Kızılbulak, Yukarı Alçalı ve Kerkibaşı 1918 yılının başlarından ortalarında kadar uğradıkları peş peşe Ermeni saldırılarından dolayı harabeye dönmüşlerdi. Bu köylerden birer temsilci, o zaman Gence’de faaliyete geçen yeni Azerbaycan Cumhuriyeti yönetimi Fetih Ali Hoylu’dan yardım çağrısında bulunmak zorunda kalmışlardı. Azerbaycan Hükümeti, saldırıların bir an önce durdurulması için Ermenistan yönetimine nota vermişti. Notaya aldırış etmeyen Ermeniler, Gökçe’yi yağmaladıktan sonra Nahçıvan’a, saldırıp Zengezur’un bazı bölgelerini ele geçirmişlerdi. Akabinde Gorus nahiyesi üzerinden Şuşa yolunu ellerine geçirdiler.

Ermenilerin amacı bütün bu bölgeleri Ermenistan Cumhuriyeti sınırları içine dâhil etmekti.

1 Ağustos 1918 tarihinde Bakü için Osmanlılar ile Azerbaycan Türkleri omuz omuza verdikleri sırada Ermeniler, Karabağ’ı yağmalamaktaydı. Müsavat yönetiminin vermiş olduğu notaya Ermenistan, Nuri Paşa emrindeki birliklerle Azerbaycan ordusunun hışmına uğramamak için “Andranik birliklerinin kendisine tâbi olmadığı”nı bildirerek cevap verdi. Bütün mesuliyeti Andranik’in üzerine atan Ermenistan, yaşanan hadiselerin kendilerini bağlamadığını ifade ediyordu .

Üç cumhuriyet arasında kendisini yüzölçümü olarak en şansız gören Ermenistan, bağımsız bir yönetime kavuştuğu sırada İngiliz ölçeğiyle 17.000 km2’lik bir toprağa sahipti. Bu bizim hesabımızla 9.000 km2 demektir. Cumhuriyetin kuruluş aşamasında Ermeniler, başkent konusunda Gürcülerle sıkı bir tartışmaya girmişlerdi. Ermeniler, kurulacak bir Ermenistan için başkent olarak Tiflis’i düşünüyorlardı. Bir ara Bakü’de gündemlerine gelmiş ise de burada tutunamayacaklarını gayet iyi biliyor olmanın ötesinde, buradaki Taşnak-Bolşevik yönetimine karşı oluşan sert tepkilerden de kaçınıyorlardı. Ermenilerin bir diğer sorunu ise, belli bir coğrafyayı temel alacak biçimde nüfusça Ermenilerin yoğun oldukları bir bölgelerinin bulunmayışıydı. Her ne kadar asırlık Rus yönetimi zamanında Ermeniler, Kafkasya ve özellikle de eski Erivan Hanlığı topraklarında yerleşim alanları elde etmişlerse de, bulundukları bölgelerin hiç birinde nüfusları Müslümanların üzerine çıkmıyordu. Erivan’da bile ağırlık Türklerden yanaydı.

Tiflis’te bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan hükümeti, daha başında bir etnik sorunla karşılaşmamak için başkenti Erivan olmakla eski Erivan Hanlığı sınırları içinde Ermenistan’ın varlığını kabul edebileceğini açıklamıştı. Müsavatçıların bu teklifi, Azerbaycan’da büyük tepkiye neden olmuştu. Başta Erivan Müslümanları Millî Meclisi olmak üzere birçok grup buna tepkisini gösterdi. Bölgede var olan Ermeni silahlı birliğini zapt-u rabt altına almanın başka çaresi olmadığını gören Fetih Ali Han Hükümeti, bir deklarasyon yayınlayarak, bir Azerbaycan toprağı olan Erivan bölgesini, yani Erivan Valiliğini Ermenistan Cumhuriyetine verdiklerini duyurdu. Sunulan tek şart; bölgede Müslümanların haklarının korunması ve Ermeni yönetiminin Ermeni birliklerini kontrol altına almasıydı. Hasanlı, yaşanan gelişmeleri şu şekilde yorumlamaktadır: “Federasyonu [Kafkasya Ötesi Federasyonu] kısmen de olsa yaşatmayı zaruri gören Batum’daki Azerbaycan temsilcileri, Gürcülere Ermeniler ile bir devlet kurmayı teklif etti. Ancak Gürcüler, kendilerinin ayrıca bir devlet kurmak düşüncesinde olduklarını belirttiler... Fetih Ali Han Hoyski, Meclis üyesi H. Korçikayan’a sohbeti hakkındaki malumatında Gürcüler ayrılırsa Ermenilerin de bağımsızlıklarını ilan edeceklerini bildirdi”.

Bu suretle Ermeniler, Azerbaycan toprakları üzerinde hukuki anlamda ilk devletlerini kurmuş oldular. Ancak, elde edilen toprakları yeterli bulmayan Ermeniler, ‘Büyük Ermenistan’ projelerini devlet düzeyinde savunmaya başlamışlardı. Bunu açıktan yapmayıp, Ermenistan yönetimi ile ordusunun, Kafkasya ve Doğu Anadolu genelinde çapulculuk yapan Andaranik ve benzeri askerî birliklerden sorumlu olmadıklarını söyleyerek yapıyorlardı. Oysa Andaranik, yeni yönetimin hedefinde olan toprak hayallerinin icraatçısıydı.

Ermenistan tarafının saldırıları durdurmaması üzerine harekete geçen Azerbaycan ordusu, Vedibasar, Zengibasar ve Şerur - Derelyez bölgelerinde Ermenileri ağır yenilgilere uğrattı. 23 Kasım 1919 tarihinde üç cumhuriyet arasında toprak sorununu çözmek için Tiflis’te Azerbaycan ile Ermenistan tarafları görüşmelere oturdu. Görüşmelerde Ermenistan tarafı, kendi adına Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü tanıma ve askerî birliklerini Zengezur’dan çıkarma sözü veriyordu. Lakin sözünde durmayan Ermeni askerî birlikleri saldırılarına devam etti. 19-20 Ocak 1920 tarihinde, Azerbaycan köy ve kasabalarına saldırılarda bulundular. Zengezur’da 48 Türk köyü yakılmış, köy sakinleri öldürülmüş ve kaçmaya mecbur bırakılmışlardı.

Ermeni saldırılarının gerisinde gizli bir anlaşma bulunmaktaydı. Ocak ayından beri Bolşevik Rusya, belini doğrultarak eski Rusya Çarlık sınırlarının tamamında hak iddiasında bulunmaya başladı. Bu amaçla yönünü Azerbaycan’a çevirdi. Zengin petrol bölgesi olan Bakü’nün ele geçirilmesi yeni Rus yönetimi için hayati derecede önemliydi. Bolşevikler, Azerbaycan’ı, özellikle de Bakü’yü hiçbir güçlükle karşılaşmadan ele geçirmek amacındaydılar. Bu maksatla Ermenistan’a, varlıklarını tanımak, tartışmalı toprak sorunlarında onların yanında yer almak sözü vererek Erivan yönetimiyle gizli görüşmelere girişmişti. Plana göre; Ermeniler, Azerbaycan ordusunu Bakü’den uzaklaştırmak için sınır bölgelerinde top yekûn bir saldırıya geçeceklerdi. Durumdan istifadeyle Bolşevikler de XI. Kızıl Ordu birliklerini Azerbaycan’a sokarak Bakü’yü işgal edeceklerdi. Her şey planlandığı gibi gelişti. Azerbaycan ikinci kez Ruslar tarafından işgal edildi. Bundan sonraki süreçte uzun yılar durmayacak olan bölgesel sorunlar baş gösterecekti. Zengezur, Ermenistan’ın sınırları içine katılacak, gelecekte işgal edilecek Karabağ için bir alt yapı hazırlanacaktı.

Bölgedeki Müslüman halkların hak ve hukuklarını korumak şartıyla Erivan bölgesinde kendi devletlerini kurmak fırsatı elde eden Ermeniler, iki yıl içinde bölgedeki Müslüman Türklere karşı tam bir terör politikası uygulamışlardır. Bu topraklarda Ermeni Devleti kurulana kadar Erivan’da 575.000 Türk yaşamaktaydı. 1920 yılında bölgede yaşayan Türk sayısı ise 10.000 geçmiyordu. Türklerin 200.000’i soykırıma maruz kalmış, geri kalanları ise bölgeyi terk etmek mecburiyetinde bırakılmışlardı.

Madalyonun bir de öteki yüzü bulunmaktadır. 1919 yılında Doğu Anadolu’dan, Erivan’dan ve bütün sınır bölgelerinden Azerbaycan’ın Gence, Şemahı, Nuha, Karabağ, Lenkeran kazalarına sayıları yüz bini bulan göçmen yerleşmişti. Bunların çok az kısmı Rus ve İran baskısından dolayı topraklarını terk etmişler, geri kalanlar ise Ermeni mezaliminden kaçmışlardı. 1919 yılında Gence’de 21.098, Şemahı’da 26.877, Nuha’da 5.100, Karabağ’da 20.000, Lenkeran’da ise 3205 Müslüman yurdunu yuvasını terk edip, Azerbaycan Devletinin oluşturduğu göçmenler için ayrılmış bölgelere yerleşmişlerdi.

Bolşeviklerin Ermeni Politikası

Kızıl Ordunun Ermenistan’ı eline geçirmesi, Taşnak politikalarının yön değiştirmesine yol açmıştı. Taşnak politikaları artık sadece Türklere değil, kendi vatandaşlarına da büyük zararlar vermekteydi. Z. Korkodyan’ın bu dönemde Ermeni nüfusuna dair istatistiklerini göz önünde bulunduracak olursak, bu dönemde bir Ermeni soykırımında söz edilecekse bu soykırımın mümesillerinin Taşnaklar olduğunu görmekteyiz.

Bolşevikler Döneminde Ermenistan Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan 200.000 Türk soykırıma uğramış, bir kısmı da topraklarını terk etmek zorunda bırakılmıştı. 1938 yılında Moskova’da yayımlanan ‘’Tarih Notları’’, Taşnak hükümeti tarafından 1919 Mayıs-1920 Kasım tarihleri arasında Ermeni halkının yüzde 35’i, Azerbaycan halkının ise yüzde 60’ının yok edildiğini yazmaktaydı.

Bakû’nün İngiliz-Rus-Ermeni işgali altında olması ve Ermeni Taşnakların Bolşevik adı altında 20 binden fazla Azerbaycanlıyı katletmesi, genç cumhuriyetin varlığını tehdit etmekteydi.Azerbaycan Halk Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra 8 Haziran 1918 senesinde Osmanlı Devleti ile aralarında Azerbaycan Milli Şurası da bulunan yeni Kafkasya devletleri arasında Batum Antlaşması imzalandı. Antlaşmada yer alan "dostluk ve karşılıklı yardım" maddesi gereğince Osmanlı Devleti, gerektiği takdirde Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti'ne silahlı yardım yapmayı kabul etti.

 Kafkaslardaki Müslüman halka yönelik katliamların durdurulması için ve oradaki Türklere savaş yardımı yapmak için Azerbaycan Milli Şurası'nın Başkanı Mehmed Emin Resulzade bu anlaşmanın 4. maddesine uygun olarak Osmanlı Devleti'nden askeri yardım istedi.

 Batum'da Türkiye ile karşılıklı yardım mukavelesinin imzalanması, Bakü'nün yabancı unsurlardan temizlenmesi anlamına geliyordu. Söz konusu 4 Haziran mukavelesi uyarınca Osmanlı kuvvetleri Transkafkasya'ya girdi. Doğu Ordular Grubu'na bağlı bir askeri birim olan Kafkas İslam Ordusu, Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın emriyle ve tamamen Müslümanlardan oluşmuş, I. Dünya Savaşı'nda Kafkasya Cephesi'nde yer almıştır. Kafkas İslam Ordusunun amacı; Azerbaycan ve Dağıstan'ı Rus işgalinden kurtararak bağımsızlıklarını ilan etmelerine yardımcı olmak, Kafkasya'da kurulacak ordunun esasını vücuda getirmek, Kafkasyalı askerlere talim vermek ve Kafkasya'da yüksek İslam menfaatlerini ve hukuku mukaddesi hilafet ve Osmanlı ile siyasi rabıtayı ve askeriyeyi tesis etmekti. Bakü, Harbiye Nazırı Enver Paşa için büyük önem arz etmekte idi. Enver Paşa, Bakü'yü Türkistan'a açılan kapı olarak görmekteydi. Sadece Enver paşa değil Kazan Türklerinin istiklalini temin için hayatını feda eden Sadri Maksudi Arsal da Bakü'yü Türkistan'ın birinci kapısı olarak görenlerdendi.

Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın kardeşi Nuri Paşa'nın komutasındaki çoğu eski muhacerete mensup askerlerden oluşan yaklaşık 20.000 kişilik Kafkas İslâm Ordusunun Bakü uğrundaki vuruşmaları Haziran ayı sonlarında başladı. Azerbaycan'da ilk mücadele Gence'de Ermeni mahallesinde silahları toplarken vuku buldu. Kafkas İslam Ordusu 10 Haziran'da Gence'ye dahil olduğunda Kazağ, Tovuz'dan geçerken kendilerini sevinçle karşılayan halkın büyük kısmı orduya katıldı. Kafkas İslam Ordusunun Azerbaycan'da sevinçle karşılanışını 1937 senesinde Stalin tarafından Pan-Turanist, Pan-Türkçü diye itham edilerek kurşuna dizilen Ahmet Cevat, "Vefalı Türk geldi yene, selam Türkün bayrağına” sözlerini içeren 'Çırpınırdı Karadeniz' şiiriyle dile getirmekteydi.

 Kafkas İslâm Ordusunun hareket istikameti İngilizlerin Tebriz'e girişini engellemek için bu yöndeydi. Bu amaçla Kafkas İslâm Ordusu Gence'den hareketle Bakü'ye doğru ilerlerken Nisan ayında Van'ı işgalden kurtaran Ali İhsan Sabiş Paşa emrindeki Osmanlı kuvvetleri, İran sınırını geçerek Tebriz'e girdi ve 8 Haziran 1918’de şehri ele geçirdi. Akabinde Hoy'a hareket eden Kafkas İslam Ordusu, Karabağ'a yönelerek bir anlamda Kuzey ve Güney Azerbaycan'ı birleştirmiş oluyordu. Kısa bir zaman içerisinde Göyçay, Kürdemir, Ağsu ele geçirildi, 20 Temmuz'da Şamah, işgalci Ermeni unsurlarından temizlendi. Stepan Şaumyan'ın elinde bulundurduğu Bakü'deki hakimiyete 31 Temmuz 1918 senesinde son verildi.

İslam ordusunun Bakü'ye ilerleyişi Hıristiyan parti ve cemiyetleri Türklere karşı birleştirmişti.  Bu durumu 1918 İstanbul Konferansına Azerbaycan adına delege olarak katılan M. Emin Resulzade: "Türklerle Almanlar arasında Kafkasya'ya bakış açısından tezatlar bulunmakta, petrol meselesi Azerbaycan-Almanya münasebetlerinden ziyade Türkiye-Almanya münasebetidir" ifadeleriyle özetlemekteydi.

Sonuç

Mart katliamına dönecek olursak tam yüz yıl önce 31 Mart 1918’de Ermenilerce gerçekleştirilen ve Mart 1998 yılından itibaren Azerbaycan’da resmî olarak Soykırım günü olarak kaydedilen bu tarih, günümüzü anlamak ve anlatabilmek için mihenk taşı görevini görür. Zira boy gösteren olaylar, zincirin halkaları gibi birbirine bağlıdır ve her bir halka bütünü anlamak için önemlidir. 31 Mart 1918 de ancak evveliyatıyla birlikte ele alındığında bugüne ışık tutabilir.  Her birine ilişkin teferruata da soyledik.com’daki yazılarımızdan ulaşabilirsiniz.

Gençlerimizin kafasını karıştıran ve “herkes bizlere düşman mı” sorularını sorduran ise için çok yakın dönem sayılan yüz yıl öncesinde Balkanlar’da Kafkasya’da Türkistan’da Ortadoğu’da Türk milleti olarak yaşadığımız mezalimlerden habersiz nesiller yetiştirmiş olmamızdır. Oysa bu topraklarda her ailenin böylesine bir hikayesi olmasına rağmen yaşlılarımız hayatını kaybederken o yaşanmışlığın acı tarihi onlarla birlikte mezarlara gömülmektedir.

Gelecek, tarih hafızasına sahip milletlerin yüzyılı olacaktır, tarihinden kopan milletler yok olacaktır.

 






Fikirlər